Hasan Balcı ; Çanakkale içinde siz de vuruldunuz mu ?

168
Çanakkale içinde siz de vuruldunuzmu ?
19 Mart 2010, 14:38
Çanakkale içinde aynalı çarşı
Anne ben gidiyom düşmana karşı
Of, gençliğim eyvah!
Çanakkale içinde bir uzun selvi
Kimimiz nişanlı, kimimiz evli
Of, gençliğim eyvah!
Çanakkale içinde vurdular beni
Ölmeden mezara koydular beni
Of, gençliğim eyvah!
(Halk türküsü)
Türkiye bir haftadır Çanakkale Savaşı’nın önemi ve kahramanlık
öyküleri konusunda bir bombardımana uğruyor. Sağın Türk askerinin
kahramanlığı öyküleri ile yetinmeyen “sol” söylem, bir de Çanakkale
müdafaasına anti-emperyalist bir karakter atfediyor, en azından yurt
savunması olarak yüceltiyor. Bütün bu hamaseti ve yüceltmeyi sarsacak
tek bir soru var oysa: Çanakkale Savaşı neden yapıldı?
Çanakkale, Britanya ve Fransa ordularının durup dururken Osmanlı
topraklarını fethetmek için taarruza geçmelerinin sonucunda ortaya
çıkmış bir savaş değildir. Savaş kelimesinin yayılması ile Türkçe’de
ortadan kalkan bir ayırım var: harp ve muharebe. Harp iki devlet ya da
devletler topluluğu arasında belirli siyasi sorunların askeri
yöntemlerle çözülmesi için girişilen kapışmanın bütününe verilen
addır; buna karşılık muharebe, bu harbin çeşitli evrelerinde belirli
savaş alanlarında girişilen ve birbiriyle bağlantıları içinde harbin
kaderini belirleyen halkaların her birini anlatır. Çanakkale herkesin
bildiği ama yücelticilerinin kolayca unutmaya yatkın olduğu gibi
sadece bir muharebedir. Birinci Dünya Harbi’nin bir muharebesi.
Öyleyse, bir muharebe olarak bütün anlamını Birinci Dünya Harbi’nin
genel siyasi anlamından alır. Çünkü, ilk kez büyük savaş teorisyeni
von Clausewitz’in belirtiği gibi, “savaş siyasetin başka araçlarla
sürdürülmesidir.”
Öyleyse, Çanakkale’nin anlamını anlayabilmek için Birinci Dünya
Savaşı’nın ve Osmanlı’nın bu savaşa katılmış olmasının anlamını
kavramak gerekir. Birinci Dünya Savaşı emperyalizm çağının ilk büyük
yeniden paylaşım savaşı idi. Bu, gün gibi yalındır ve üzerinde
tartışılmaya bile değmez. Biraz daha karmaşık olan Osmanlı’nın bu
savaş içindeki konumudur. Osmanlı’nın 19. yüzyılın ikinci yarısından
itibaren adım adım bir yarı-sömürge haline gelmiş olması, bu devletin
savaş içindeki konumunun öteki, her biri emperyalist olduğu açık gibi
görünen ülkelerden farklı olduğunun düşünülmesine ya da savunulmasına
yol açabilir. (Neden “görünen” dediğimizi birazdan açıklayacağız.)
Eğer Birinci Dünya Savaşı, İtilaf devletleri emperyalizminin
yarı-sömürge Osmanlı’yı yağmalamak için açtıkları bir savaştan ibaret
olsa idi, o zaman bu büyük savaşın bütününün Osmanlı açısından anlamı
yurt savunması olarak görülebilir, Çanakkale’deki savunma da haliyle
bu yurt savunmasının en başarılı muharebesi olarak nitelenebilirdi.
Ne var ki, durum hiç de böyle değildir. Evet, Britanya, Fransa, İtalya
ve Çarlık Rusyası Osmanlı toprağını kendi aralarında paylaşma amacına
sahiptiler. Ama, birincisi, bu toprakların çok büyük bir bölümü, yani
Arap dünyası Osmanlı’nın hiçbir anlamda “yurdu” değil, sömürgesiydi.
Daha önemlisi ise şudur: Osmanlı, büyük savaşa yurdunu savunmak için
değil, Alman emperyalizmi ile işbirliği içinde Orta Asya’yı ve genel
olarak İslam dünyasını fethetmek için girmiştir! Osmanlı’yı yönetmekte
olan İttihat ve Terakki hükümetinin amacı, Almanya ile birlikte bu
savaşı kazanarak Osmanlı’nın çöküşünü bütün İslam dünyası üzerinde bir
hakimiyetle durdurmaktı. Yani Fransızların güzel bir deyimi ile
söyleyecek olursak, bu savaş Osmanlı için “ileri doğru bir kaçış”tı.
Ama bu Enver Paşa’nın büyük bir kumarıydı ve kaybedildi. Savaşın
Müttefiklerin yenilgisiyle bitmesi, Osmanlı’nın çöküşünü büsbütün
hızlandıracaktır. 1919-1922 arasındaki Milli Mücadele, Osmanlı’nın bu
büyük yağmaya katılma yönündeki caniyane kararının acı sonuçlarını
ortadan kaldırma çabası olarak da görülebilir.
Bugün Çanakkale’yi anti-emperyalizm halesiyle onurlandırmak isteyenler
ya da “yurt savunması” olarak yüceltenler, aynı zamanda Enver Paşa
önderliğindeki Göben ve Breslau adlı Alman zırhlılarının adını
değiştirerek Rus donanmasına saldırtma yoluyla Türkiye’yi bir oldu
bitti ile savaşa sürüklemekle suçlarlar!
Osmanlı, Müttefik ülkelerin yanında savaşa girer girmez, Osmanlı ordusunun kilit komutanlıklarına
Alman generalleri atanmıştır: Genelkurmay başkanının bile bir Alman
generali olduğunu bu anti-emperyalistler pek çabuk unutmuşa benziyor!
Çanakkale savaşı Türkiye’nin ve başkentinin Britanya ve Fransa
emperyalizmleri tarafından işgal edilmesini engellemiş olabilir. Ama
paylaşım savaşına girerek başkalarının topraklarına göz koyan bir
devlet kendi topraklarını muhafaza için çarpışmayı da göze almış
demektir. Uç bir örnek, bir ordunun kendi topraklarında yabancı
ordulara karşı savaşının her zaman ilerici bir ışıkta görülemeyeceğini
anlamaya yardımcı olabilir: Nazi Almanyası Avrupa’nın bütün ülkelerini
işgal ettikten sonra Sovyetler Birliği ve Batı ülkelerinin ordularına
yenildiği zaman, Alman toprakları işgal edildiğinde Alman ordusunun
çarpışması “yurt savunması” olarak nitelenebilir mi?
Çanakkale’yi savunan Birinci Ordu’nun komutanı ise ardı ardına (her
ikisi de ünlü olan) Alman generalleri Liman von Sanders ve von der
Goltz’tu. Alman komutanların yönetiminde “yurt savunması” pek komik
duruyor! Çanakkale savaşı sırasında Anafartalar Grubu başkanı olan
Mustafa Kemal ustalıklı bir askeri performans göstermiş olabilir. Ne
bu gerçek, ne de aynı Mustafa Kemal’in daha sonra Osmanlı’ya karşı
Türkiye burjuva devriminin önderi haline gelmesi, Çanakkale
muharebesinin büyük emperyalist paylaşım savaşının yüceltilmesi için
bir neden olamaz. Tam tersine, yeni burjuva devleti Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşunun Osmanlı paşalarının önderliğinde
gerçekleştirildiğini hatırlattığı için bu burjuva cumhuriyetinin
sınırlarına dikkat çeker.
Öyleyse, Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’ndaki konumunu yurdunu
savunan bir yarı-sömürge gibi değil, kendi çöküş halinde olduğu için,
Alman emperyalizmiyle iç içe, başka ülkelerin topraklarını yağmalamaya
girişerek haddini aşan bir kapitalizm-öncesi imparatorluk olarak
görmek gerekir. Buna isyan edecek olan “solcu”lar olursa, onlara
savaşta benzer bir konumda olan bir başka devletin de olduğunu
hatırlatmak gerekir. Rusya’da sanayi kapitalizmi Osmanlı’ya göre çok
daha gelişmiş olsa da, Çarlık Rusyası da hâlâ kapitalizm-öncesi bir
imparatorluktu. Ama bu, Lenin’in Rusya’yı bu savaşta emperyalist
olarak nitelemesine ve sosyalistlerin görevinin paylaşım savaşını iç
savaşa dönüştürmek olduğunu savunmasına engel olmamıştır. İşte
enternasyonalizm ile milliyetçiliğin farkı!
Çanakkale’de Osmanlı ordusu ilk zaferini 18 Mart 1915’de kazanmıştı.
Sarıkamış’ta yüz binlerce askerin ölmesine yol açan Kafkasya ve Orta
Asya fetih savaşı ise 4 Ocak 1915’de sona ermişti. Yani Çanakkale ile
Sarıkamış’ı sadece iki ay ayırıyor. Sarıkamış’ı yerlere batırıp
Çanakkale’yi yüceltmek neredeyse bir ruh yarılmasıdır. İnsan
“ilericiler”imizin Sarıkamış’a eleştirisinin bu savaşın bir fetih
savaşı olmasına değil, yitirilmesine olduğunu düşünecek!
Bir de ilk kez 1917’de Ziya Gökalp tarafından ileri sürülen, 60’lı ve
70’li yıllarda yayılan ve bugün bile milliyetçi Türk solunda rağbet
gören bir yorum var: Çanakkale savaşında Britanya ve Fransa
emperyalizmlerinin püskürtülmüş olması Ekim devriminin tarihsel koşulu
olarak ilân ediliyor. 1917’deki devrimden iki yıl önce tamamlanmış bir
muharebeye böyle erdemler atfetmek ancak insanın hayal dünyasına uçuşa
geçmesi ile mümkün. Eğer tarihsel önkoşullardan bahsedeceksek, 1917’de
üniforma altındaki Rus işçi ve köylülerini, 1918’de yine cephedeki
Alman işçilerini isyana sevk eden Birinci Dünya Savaşı, bir yıl arayla
gelen Rus ve Alman devrimlerini belirleyen en büyük tarihsel koşuldur.
İsterseniz Birinci Dünya Savaşı’nı da bu yüzden ilerici bulalım!
Çanakkale öteki taraf devletler için olduğu gibi Osmanlı için de
gerici amaçlarla girilmiş bir savaşın, Birinci Dünya Savaşı’nın bir
muharebesidir. On binlerce Anzac’ın yanı sıra 60 bin Osmanlı askerinin
de hakim sınıfların ihtirasları uğruna Çanakkale’de hayatını yitirmiş
olması bu savaşı ilerici değil, gerici bir savaş kılar. Bu yüzdendir
ki, bu toprakların halkı, Çanakkale’nin acısını, “ölmeden mezara
koydular beni” gibi son derece yaratıcı bir mısra ile kendisinin makus
talihine ve tarihine yazmıştır. Aynen Sarıkamış’a yaktığı türkü gibi:
Oltu’dan girdik de Sarıkamış’a
Akıl ermez orda yatan üleşe
Askeri kırdıran Enveri Paşa
Kitlendi kapılar, mekân ağladı.
Bu türkülerin her ikisini de Ruhi Su o acılı sesiyle söylediğinde
sözleri içimize işliyor. İkisi de (aynen Yemen için yakılan türküler
gibi) imparatorluk hayalleriyle yüz binlerce Osmanlı askerinin ve
milyonlarca Osmanlı insanının ölümüne yol açan Birinci Dünya
Savaşı’nın emekçi halkın gözüne görünüşüdür. İşte tarihi, halkın
okuyuşu!
Hasan Balcı