Nevin Sevük : İki bloklu Dünya

837

 

 

İKİ BLOKLU DÜNYA

 

Barış bir tercih değildir!

Barış zaruriyettir!

 

İnsanlığın barış içinde birarada yaşamalarını engelleyen, bunu zorlaştıran her şey suçtur. Eylemi gerçekleştiren ise suçludur.

Yeryüzünün ayrı ayrı her bir köşesinde güç odaklarının bitmeyen hesapları yüzünden patlak veren

huzursuzluklar-savaşlar, bunları çıkaran devasa ülkeler, ülkelerin politikcıları, savaşlara malzeme kanalize eden emperyalist güçler, savaş çığırtkanlığı yapan medya akımları, gazeteciler topyekün hepsi insanlık suçu işlemektedir. Bunların hepsininin tarafı birdir adı ‘savaş’tır.

 

Amerika’nın küresel bir hegoman olduğu ve bütün şartlarını dikte edebileceği herkesçe malumdu. Buna ortak olmaya çalışan ve hala gücünün, şiddetinin nereye varabileceği kestirilemeyen bir Çin ve devre arasını bitirip kaldığı yerden devam eden Rusya.

 

Yakın geçmişte gerçekleşen 2.Dağlık Karabağ Savaşı, Suriye, Libya, Doğu Akdeniz, Kırım ilhakı, Gürcistan krizi ve 24 Şubat sabahı Ukrayna’ya düzenlenen saldırı birbirinden bağımsız değildir. Birbirinin devamıdır. ABD ve Rusya Federasyonu gibi iki küresel gücün jeostratejik çıkarlarının bir sonucudur.

 

Tarihçiler soğuk savaş dönemi ile, 2.Dünya Savaşı’nı takiben SSCB’nin

dağılımına kadar geçen süreyi kastederler. Evet, SSCB dağılması ile birlikte ABD’nin tek söz sahibi durumuna düştüğü kesindir fakat ‘fiili’ savaş dönemi bitmiş değildir. Zira, “Orta Asya, Doğu Avrupa ve Balkanlar’da her ulusun bağımsız ve egemen olmasını istiyoruz. Bunların, bölgedeki başka bir ülkenin himayesinde olmasını istemiyoruz.” diye yola çıkan Amerika emperyalizmi bu ülkeler bağımsız olduktan sonra da tasını tarağını toplayıp boyunduruğu altına aldığı ülkelerden çekilmedi. Rusya’nın mola verdiği, toparlanma sürecine girdiği ve zaman zaman defans yapmaktan geri kalmadığı bu 30 yıllık süre zarfında tek taraflı savaş sürüp gitti.

Özellikle Kırım ilhakı ve şimdi Ukrayna’ya düzenlediği saldırı ile Rusya, bütün dünyaya toparlanma sürecini bitirip saldırı sürecini başlattığını ilan etti.

 

Dün bugünün izahatıdır!

 

18.yy’da iyice güçlenen Rus Çarlığının ana politikası, okyanuslara-sıcak sulara açılmaktı. Kuzeyde Baltık Denizi ile bunu gerçekleştirmeye çalışırken, güneyde Akdeniz’e varıp okyanuslara çıkış kapısı arıdı.

Çarlık kuzeyde buzulları, güneyde ise dönemin güçleri olan İngiltere ve Fransa destekli Kafkasya, Balkanlar ve Boğaz’ı kontrol eden Osmanlı’yı aşamıyordu. Sıcak denizlere inme politikasında başarı sağlayamamasına rağmen büyük bir yayılma gösterip, jeolojik kazanımlar elde etmekten geri kalmadı.

 

1917 Ekim Devrimi ile birlikte kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB), iç politikada yönetim ve fikri bakımdan olmasa da; dış politikada Rus Çarlığının devamı olmuş, mirasını gütmüştür. Ne toprakları genişletme ne nüfuz etme ne sıcak denizlere inme politikası değişmiştir. Osmanlı’nın çöküşüne rastlayan bu dönem, Avrupa’da İngiltere ve Fransa yeni yeni güçlenen Almanya ile meşgulken, tek güç, tek blok haline gelen SSCB’nin karşısına ABD çıkmıştır.

Soğuk savaş sonrası Sovyetlerin yayılmasını engellemek, Sovyetlerin nüfuz ettiği devletleri ayırmak ve buralara kendi hükmünü dayatmak amaçlı olarak ‘çevreleme’ politikası gütmüştür. Bu politikasına ilk olarak da NATO paktını kurarak, oldu bitti Rusya’dan korkan Avrupa ülkelerini dahil etmiştir. Bu stratejiye Balkan Paktı ile Türkiye, Yunanistan, Yogoslavya’yı; Bağdat Paktı ile İran, Irak, Pakistan, Birleşik Krallık’ı; Güney Asya Anlaşması ile Tayland, Filipinler’i katarak Sovyetlerin önderliğinde kurulan Doğu blokuna karşı Batı bloğunu oluşturmuştur.

Batı bloğuna baktığımızda bugün İran dışında hemen hemen diğer bütün ülkeler her bağlamda Amerikan hegomanyasına bağımlı hale gelmiştir. Doğu bloğunun da bundan farklı bir yanı söz konusu değildir. Ayrılık talebinde bulunan her ülkenin başına Sovyet balyozu inmiştir.

Amerikan liderliğindeki Batı dünyası ile Sovyetlerin önderliğindeki komünist blok arasındaki siyasi ve askeri gerginlik, Sovyetlerin Aralık 1991’de dağılması ile Amerikan galibiyetiyle sonuçlanmıştır.

Fakat Ruslarda bu mağbuliyet, SSCB’nin yerine kurulan Rusya’nın çekildiği bölgelerin hakimi, sahibi olduğu fikrini bitirmemistir. Bilakis eski hakimiyet alanlarının kontrolünü ABD’den geri alma girişimleri, tekrar politik bir güç olma gayesi devam etmiştir. Bunun gereği olarak çekildiği yerlerde askeri üstler kurmuş, bu ülkeleri biraraya getirerek bunlarla  siyasi, askeri, ekonomik düzeyde birlikler kurmuştur. İlk olarak Beyaz Rusya ve Ukrayna ile Bağımsız Devletler Topluluğunu kurmuş, Misk Antlaşması ile de Azerbaycan, Ermenistan, Tacikistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan, Moldovya ve son olarak da Gürcistan’ı katmıştır. Yani ABD’nin 2.Dünya Savaşı’ndan sonra süre gelen ‘Çevreleme’ politikasına karşı Rusya ‘Yakın Çevre’ politikası ile karşılık vermiştir. Böylece tek güç sarhoşluğunu yaşayan Amerika’ya karşı toparlanma sürecine girmiştir.

 

ABD, Rusya’nın bu girişimine karşı hatta Minsk Anlaşması’nın da altında imzası olan beş Orta Asya ülkesini de içine alan bir konsey ‘Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi’ ile karşılık vermiş, Rusya’nın bu ülkeler üzerindeki nüfuzunu kırmak için eğitimden askeri alanlara kadar ‘yardım-iş birliği’ adı altında hibelerde bulunmuştur. Orta Asya’da Rusya’ya karşı yürüttüğü bu politikanın en yoğun halini Avrupa’da devam etmiştir. Sonu gelmeyen yaptırımlar, yalnız bırakılma politikaları gibi… Son birkaç yıldır bunun en açık şeklini Ukrayna’da sergilemiştir. Rusya Ukrayna’nın Donbass bölgesindeki ayrılıkçı kesimleri cesaretlendirirken; ABD’nin Ukrayna iktidarındaki yoğun lobisi, sınıra  yığdırdığı askeri güç orada bir savaşı kaçınılmaz kılmıştır.

 

Görüldüğü gibi 2.Dünya Savaşını takiben ortaya çıkan ideolojik kutuplaşma, politik üstünlük, tek güç olma mücadelesi hızını kesmeden devam etti. Daha çok da süreceğe benziyor. Hem de önüne çıkanı silip süpürerek…

 

Ez cümle, dünya siyah-beyaz iki bloklu bir dünya!

Bir tarafta ‘savaş’ları yapan küresel güçler ABD ve Rusya; diğer tarafta bunların ayakları altında ezilen ülkeler, halklar, mazlumlar, ‘barış’tan başka umudu olmayan bizler…

 

 

-Nevin SEVÜK