Yazdan Kaya :CHP Sağcılaşırsa ÜLKE Sığlaşır. Yeni Yönetime Arz Olunur..

445

 

 

Atatürk Döneminin Şiarı; Durmayalım Düşeriz İdi….

Tüm aydınlanma projeleri bu nedenle birbiri ardına hız kesmeden gerçekleştirildi.

 

İnönü Döneminin Düsturu da Koşmayalım Duralıma Büründü…..

 

Aydınlanma sürecine ket vurulması da bu basiretsizlikle başladı ve ‘Genç Cumhuriyet’ sendeleyip kendisini, müesses nizamın kostümüne bürünmüş; ‘Faşist, Gerici Sağ Sekter Anlayışın’ kollarında buldu.

 

O andan itibaren yeni devletin ideolojisi; devrimcilik ve ilericilikten ricat eden cumhuriyetin kazanımlarının sadece biçimsel yönüyle ifade edildiği; baskıcı, akılcılıktan uzak, kurumların ise birer statüko senyörlüğüne dönüştürüldüğü cenderenin içine çekildi.

 

Kendisini var eden temel anlayışın, karşısına dikilen bir çölleşmeye ve devletin ana organlarının sağladığı güçle büyüyen bir despotizm uygulaması için şartlar hazırlanmaya başlamıştı

 

Öncelikle devletin adını kullanarak cumhuriyetin temel felsefesi; milliyetçilik ve din kavramlarıyla, rejimin içini boşaltan ve onu her geçen gün yok eden; bir virüs şeklinde ülkenin temel dinamiklerine özenle zerk edildi

 

Ardından yönetim, totaliter yapıların ihdas edildiği; iktidara odaklı, yarı sömürgeciliğin yozlaşmış siyasetinin laboratuvarına evrildi.

 

Peşi sıra; Anadolu’nun, ‘Aydınlanmacı Çağdaşını Yakalama Devrimine’ karşı ‘Anadolu İrfanı’ adı altında kökü binlerce yıllık taassuba ve biata dayanan; uysal itaatkarlığa dair zemin hazırlandı.

 

Dönüşümün tamamlanması için gereken son hamle için de adım atıldı ve Atatürk Milliyetçiliğinin Yurtseverlik Önermesi; emperyalizmin istihsali olan Türk-İslam senteziyle eli maşalı faşizm vulgarlığıyla yer değiştirdi. Böylelikle devletin ideolojik aygıtlarını, kendine temellük eden bu  garabet yapı, kısa sürede sistemin merkezinde hakim zihniyet olarak kendisine alan açtı ve yerleşik hale gelmeyi başardı.

 

Şartlar tamamlanmıştı. Şimdi sosyal gerçekliği, aktüel çerezlerle oyalamanın tam sırasıydı….

 

Bunun içinde Tabana yayılan ulusal egemenliği, parlamentoya sıkıştırılan temsili demokrasinin üst yapı iktidarıyla, rehin alıp toplumsal iradenin temel demokrasi bilincini oligarşiye teslim etmesinin önünü açılması gerekiyordu….

 

Bu yüzden sol ve ilericilik devletin yönetiminden kovulması ve hain ilan edilmesi gerekiyordu.

Zira öyle de oldu!

 

Ülkenin kurucu unsurlarının temel felsefesi terk edilerek; ilerici ve devrimci sosyokültürel politikaları hedefleyen; devletin başlangıçtaki mefkureleri, ceberrut kamu otoritesiyle baskılanıp, beka söyleminin perdelediği zorbalığa dönüştürüldü. Sorgulayıcı toplumsal taleplerin önü bununla beraber tamamen tıkanmış ne yazık ki nihayetinde teslimiyetçiliğin kadro hareketi, işlevini başarıyla tamamlamış oluyordu.

 

Bu kabustan kurtulmanın tek yolu, egemenliğin halka ait olduğu realitesini topluma hatırlatmak ve Atatürk Devrimlerinin aydınlattığı fazilete ve ışığa doğru yine yeniden koşmaya başlamaktır.

 

İşte bu sebepten gericiliğe ve cumhuriyet kazanımlarına yardım ve yataklık eden; parti tacirleri ve piyasacı esnaflardan müteşekkil  meslekleştirilmiş siyaset mensuplarının gülünç hale düşmüş yöntemsizlikleri, söylem tutarsızlıkları, karşı devrimciliğin ekmeğine yağ sürüp onları dahada güçlü hale getirdi. Artık onların karikatürize edilen sakillikleri, muarızlarının da dışında toplumun tüm kesimlerince de eğlence ve alay konusuna dönüşmüştü.

Böyle bir siyasi dağınıklıktan medet ummak, yurdun temel sorunlarına çare üretebileceğini düşünmek, çözüm üretmesini beklemek mümkün olabilir miydi?

 

Elbette hayır!

 

bilakis her geçen gün sergiledikleri tutarsızlıkla ve kendilerini inkarla, toplumun reflekslerini felç edip; karşı devrimciliğe ve emperyalizmin birleşik cephesine düşünsel ve eğlemsel olumlama sağladılar.

 

İnsanlar avutulup, istemleri sönümlendirilerek; öğretilmiş çaresizliğin kanıksatılmasına en çok da onların bu sahtecilikleri imkan ve olanak sağladı.

 

Fakat artık en güçlü haliyle yeter demeliyiz.

 

Parlamentoya tahvil ve ipotek edilen özgürlük ve egemenlik iradesini, geri almalıyız. Bunun için de siyasetin kurumsallaştırılması ve müessese algısına itiraz edip hayatın içinden sosyal farkındalıklar ve örgütlenmelerle sesimiz yükseltmeliyiz.

 

Romalı Şair Vergilius Aeneis, şöyle der:

“Akıl yığını hareket ettirir ve büyük yapıyla iç içe geçer.”